Geçtiğimiz Temmuz ayında ultra maraton koșucumuz Mehmet Danıș’ın semineri vardı. Kendisini sadece basında çıkan haberlerinden tanıyordum ama içimden bir ses bu semineri kaçırmamam gerektiğini söylüyordu. Bu kadar zor birșeyi bașarmıș birisiyle tanışma ve onu dinleme fırsatı nereden bakarsanız bakın her zaman ele geçecek bir șey değildi. İnsan hergün böyle ilginç biriyle karșılașmaz diyerek, bırakın ‘ultra’sını herhangi bir maraton koșucusunun dahi anlatacağı çok ilginç șeyler vardır diye düșünerek gittim.
10 küsur senedir Kanada’da yașıyorum fakat Mehmet’le yollarımız daha önce kesișmemiști; onu Gobi ve Atacama bașarılarından sonra internette dolașan haberlerden yeni yeni tanımaya bașlamıștım. Göğsünde Türk bayrağı, omzunda Kanada bayrağıyla koștuğunu resimlerinde görmüștüm. Gene de seminere giderken onun burada büyümüș, aksansız İngilizce konușan ve Kanada’lılașmıș bir Türk olabileceğini düșünüyordum. Bu yüzden de seminerin daha çok teknik konular üzerinde yoğunlașacağını, belki teknik olarak ilginç ama ‘kuru’ kalabileceğini düșünmüștüm. Olayın teknik taraflarını anlatip, ‘söyle hazırlandim, șu kadar saniyede bitirdim’ vs gibi bilgiler ve sayılarla, hatta klișelerle konușup, ‘siz de yapabilirsiniz’ ile sözü bitirebilirdi. Yanılmıștım. Seminerin bașında Mehmet, ‘Hayatınızdaki en mutlu 3 anını düșünün; bu bașarıları herhalde büyük sıkıntılardan, yorgunluklardan, belirsizliklerden sonra elde etmiștiniz değilmi?’ dedi. Geçmișimde kendi kendime yarattığım bir mücadeleyi ve bașarı anını hatırladım, aynen öyle olmuștu.
1995 yılının 30 Ağustos günü Çanakkale Rotary Klübü’nun düzenlediği Çanakkale Boğazı Yüzme Maratonuna sadece bitirmek amacıyla katılmıștım. Olayı duyduğumda önümde 4 ay gibi bir süre vardı, biraz düșündükten sonra ben bunu bașarırım diye katılmak istemiştim. Tanıdığım yüzücülere danıșarak bir beslenme rejimi hazırlamıș ve olimpik havuzda bir iki ay antrenman yapmıștım. Gün gelince bayağı kalabalık bir grupla birlikte kendimi boğazın sularına bırakmıștım. Gerçek anı gelmiști ve ondan sonra yalnızdım. Amacım dereceye girmek değil, sadece bitirmekti. Gene de Önümde koskocaman bir 3.5 kilometre vardı ve boğazın o zaman bana uçsuz bucaksız gelen sularında kulaç atmak havuzda kulaç atmaya hiç benzemiyordu. Doğayla mücadele ediyordum, aynen Mehmet’in anlattığı gibi. Sonunda bașarmıștım ama epey heyecan ve belirsizlik yașamıștım. Mehmet iki bölümlük seminerde her iki yarıșının da teknik yönü kadar olayın ruhundan, felsefesinden bahsetti. Böyle bir șeye insan neden kalkıșır konusuna gelince Mehmet sözü çok doğal bir șekilde yașam alıșkanlıklarımıza, içinde yașadığımız tüketim toplumuna, bunun insanları mutlu etmediğine ve sonucunda çevreye nasıl zarar verdiğimize getirdi. Kendisi hergün yaptığı șeylerin dıșında birșey yapmak ve bununla bir mesaj vermek istemiști. Düșüncelerinin ortalama vatandaștan çok değișik olduğunu anladım, bu çok hoșuma gitti. Kendim gibi düșünen birini bulmuștüm. Aynı zamanda bu girișiminin United Way’e kazandırdığı 6 bin dolardan ve insanın yardım yapma psikolojisinden bahsetti. Ya suçluluk duygusuyla ya da böyle bir olayın parçası olduğunu düșünerek çoșkuyla, bu da çok ilginçti. Seminer benim gözümde tam yerini bulmuștu. Mehmet’in elde ettiği bașarıları hepimiz biliyoruz. Seminer kesinlikle bir motivasyon konușması değildi, bu yazıda da niyetim o değil. Sadece seminerden aklımda kalan ve düșüncelerimle çok örtüșen birkaç noktadan bahsetmek istiyorum.
- Alıșkanlık çemberinizin dıșına çıkmaktan korkmayın. Hergün kalkıp aynı ise gidiyoruz, iyi kötü aynı șeyler oluyor, akșam eve geliyoruz, gene așağı yukarı zamanımız aynı geçiyor. Her hafta sonu, her ay, her yıl üç așağı beș yukarı belli bir çerçevenin etrafında dönüp duruyoruz, ömür geçiyor. İște bu bizim ‘comfort zone’umuz, yanı alıșkanlık çemberimiz. Bu çerçevede bizi rahatsız eden, sürpriz olacak pek bir șey yok. Ancak bu çemberin dıșına çıktığımız zaman gerçek anlamda birșeyler kazanıyoruz ve belki yașamımıza bir anlam katiyoruz.
- Aykırı olmaktan çekinmeyin. Bazen aykırı fikirler bașarıyı getiriyor. Seminerden sonra Mehmet’le konușurken Çanakkale Boğazı’nı geçișimden bahsettim. Yarıștan bir gün evvel yola çıktığımızda arabada annem soruyordu; “Oğlum sen yüzücümüsün, hakikaten yüzecekmisin koca boğazı?” Aykırıydım iște, en azından denemiș olacaktım.
- Odaklanınca bașarı șansınızın arttığını göreceksiniz. Hedefiniz ne kadar büyük olursa olsun ona ulașmak onu kafanıza koymaktan, yani azmetmekten geçer. Hedefe tam kilitlenmek șart, aradaki zorlukları hedefin basamakları olarak görün.
- Birșeyi bașarmanın en zor kısmı bașlamaktır. Hedefinizin büyüklüğü karșısında cesaretinizi kaybedip birtürlü bașlayamıyorsanız küçük bir adımla bașlayın, unutmayın ki o küçük adımların birleșmesi sizi sonuca götürecek.
- Her büyük proje küçük ișlerden olușur, nasıl bașaracağım diye düșünmek yerine her günü, her saati en iyi șekilde bitirmeye çalıșın. Mehmet çölde 250 km koștu ama bu kadar mesafeyi nasıl kosarim diye düșünmedi, sadece o günkü etabı en iyi zamanla bitirmeye odaklandı. Mehmet, ‘Bu kadar zorlu bir yarıșın benim gibi normal birinin yapabileceği birșey olduğunu gösterdim’ diyor.
Mehmet, fizik olarak muhakkak ki normalin üstünde. Ama etrafınıza bakarsanız birçok kondüsyonu yerinde olan, hatta daha iyi olan insan göreceksiniz. Bence onda normalin daha da üstünde olan, bașarma azmi. Önümüzde Mehmet’in Sahra Çölü yarısı var. 25 Ekim’deki bu yarıșta Mehmet’e bașarılar diliyorum.
Mehmet’i iyi anlamis ve anlatmissin sevgili Uluc. Sag ol. Kutlari seni Canakkale’yi gectigin icin !