Mercan Dede, diğer adıyla Arkın Ilıcalı ile Toronto konserinden önce kulisde buluştuk ve kısa bir söyleşi yaptık.
– 6 yıl aradan sonra Dünya albümünü çıkardın, simdi onun tanıtımı için Kuzey Amerika turnesindesin. Neden bu kadar ara verdin?
Müziği, yaratıcılığı otomatiğe bağlamak hoşuma gitmiyor. Bizim süreç yavaş gelişiyor, Tuk kahvesi gibi ağır pişiyor ama daha lezzetli. Herşey istediğim gibi olunca ortaya çıkan sonuçtan zevk alıyorum. Kuzey Amerika turnemize başladık, albüm çıkarmak güzel de, konser heyecan veren birşey tabii. Sırada New York, Cleveland, Chicago var. New York’da Winter Garden’da çalacağız, çok güzel bir mekan. NY’dan sonra özellikle Cleveland’daki konser de tam ayın 21’inde, yaz gündönümünde sahne alıyoruz, yani en uzun gün. Cleveland Art Museum organize etti, açık havada çok keyifli olacak. Daha sonra da üniversite müzikoloji derslerine giriliyor, orada seminerler vereceğiz, amacımız Türk müziğini, Türk kültürünü tanıtmak. Konserdekinden daha büyük bir kitleye hitap edecek olmak güzel. Müzikle ilgilenen Amerika’lılara müziğimizi, kültürümüzü anlatmak güzel. Ondan sonra Avrupa’ya geçeceğiz, Almanya ve Norveç’te konserlerimiz olacak.
– Yeni albüm Dünya’dan biraz bahseder misin?
Dünya albümünde dünya var. Beş yıl boyunca dünyanın çeşitli yerlerinden ses topladık. Bunları albüme statik sesler olarak koyduk. Örneğin Hindistan’da kayıtlar yaptık, orada Gandi var mesela, bizim için çok önemli. Tasavvuf, sufizm sadece Anadolu’ya ait degil, evrensel bir şey. Ama en yalın dilini Anadolu’da bulmuş, özellikle Mevlana, Yunus Emre, Haci Bektas‑ı Veli ile. İran, Afganistan, Pakistan, Hindistan, Orta Doğu, buralara gittiğinde oralarda da olağanüstü bir birikim var.
– Peki oralara çalmak üzere mi gittin, yoksa esinlenmek üzere mi ?
Esinlenmek üzere ama bu süreç içinde kayıtlar falan yaparken mesela Hindistan’da çok güzel birşey oldu. Bizi orada bir sufi festivaline davet ettiler, Hümayun Türbesi diye bir yer var, çok önemli bir yer, normalde kapalı, ama festival için açmışlar, herkes yere oturmuş, arkada muazzam bir tapınak, çok etkileyici idi. Orada dostluklar kuruldu, bu bakımdan albümde yeni bir boyut var. Daha önceki albümler hep Anadolu, Türkiye boyutundaydı.
– Bu kadar zaman sonra müziğinde bir değişiklik var mi?
Ona siz karar vereceksiniz.. Tabii simdi Mercan Dede, o ben değilim zaten, bir konseptin adı, bizim bir çizgimiz var. Bizim müziğimiz gelenekselle modernin, geçmişle geleceğin, kaosla huzurun buluşma noktası. İstanbul müziği diyorum ben buna. İstanbul hakikaten çok ilham veren bir yer. Üç gün Beyoğlu’nda gezdiğin zaman görüyorsun, kilise çanıyla ezanın birlikteliği. Bizim müziğimiz İstanbul’un soundtrack’i gibi diyorum ben. Mevlana çok güzel söylemiş, ‘düne ait söz dünde kaldı, bugün yeni bir söz söylemek lazım’ diye, bu çok önemli. Yani biz eskiye ait birşey söylesek bile bugünün diliyle söylememiz lazım. Yeni bir söz söyledik bu sefer. Bir de anlaşma dilini yakalamak önemli. Şimdi bir yabancı ve bir Türk olarak ne kadar anlaşmaya çalışsak da ortak bir dilimiz olmadığı için anlaşamayız. Anlaşılabilecek dil çok önemli. O anlamda bizim yapmaya çalıştığımız müziğin içerisinde o dili yakalama isteği var. Bir anlamda genç bir müzik, elektronik altyapılar falan var, o genç kitleye ulaşabilmek çok önemli çünkü geleceğimiz onlar.
– Seni 12 yıl önce Yedikule’de, 2008’de de Toronto’da Trinity St. Paul’s United kilisesinde izlemiştik. O zamandan bu zamana memlekette pek çok toplumsal değişiklik oldu ve olmakta. Türkiye’deki değişimler senin müziğini nasıl etkiledi?
İstanbul’da boğaza en az bir kere gitmişsinizdir muhakkak. Dikkat ettiyseniz tek yöne doğru değildir akıntılar. Üst akıntılar, dip akıntıları vs vardır. Türkiye’deki değişimler de aynı şekilde. Ben genelde umutlu bakanlardan biriyim, genelde iyiye gittiğini düşünüyorum. Mevlana’nın söylediği gibi, ‘yaratmak istediğin değişim sen olacaksın’. Hepimiz üzerimize düşeni yapacağız. İnsan hakları konusunda çok yakın geçmişe göre ilerleme var mesela… Çok güzel bir farkındalık süreci var, bu süreç politikaya aynen yansımıyor. Toplumda hareketlilik başladı, gencecik insanlar bunu sergiliyor, bu çok güzel birşey.
– 2008’deki Toronto konserinde semazen olarak Ragıp Burke ve kızı Mira da vardı, çok güzel bir gösteriydi.
Yarin New York’daki konsere Mira ile Ragıp da gelecekler. Mira New York’da yaşıyor, Columbia Üniversitesi Güzel Sanatlar bölümünü bitirdi, evlendi ve Pamuk adında bir çocuğu var. Onların evlenme hikayeleri de çok ilginçtir. Konserler yüzünden biz gelemiyoruz diye dört kere düğünü iptal etmek zorunda kaldılar. Sonunda tamam dedik, siz evlenmeden konser vermiyoruz. Ancak o zaman düğün yaptılar.
– Müzik dışındaki sanatsal uğraşların da var senin ?
Benim eğitimim aslında güzel sanatlar üzerine. Çok uzun bir sure ara vermiştim, oraya bir dönüş süreci oldu, tekrar sergiler başladı. Resim, baskı ve fotoğraf. Üç tane bize heyecan veren sergi yaptık. Gezi olaylarından tam 6 ay evvel İstanbul’da Revolution/Revelation adıyla bir sergi açtık. Düşünsene sergiyi üç ay içerisinde 64 ülkeden 58 bin insan ziyaret etmiş. Türkiye’de modern sanat çok yeni gelişiyor ama gene de ben böyle bir şey beklemiyordum. Ayrıca ‘Dünya’ albümü bu sergiden çok beslendi. Uzun zamandır iki kitap üzerinde çalışıyorum. Ama çok kötü bir yazarım. İçime sinmeyince zorlamak istemiyorum. Film müzikleri yapmaya devam ediyorum bayağı yoğun bir şekilde. Şu anda 4–5 tane değişik proje var, bunların bir kısmı yabancı müzisyenlerle. Benim çekirdek grubum ise bu gece izleyeceğimiz çocuklar.
– Güzel bir konser diliyoruz.
Teşekkürler..