Bu seneki tatilimizin bir kısmını Sakız adasında geçirdik. Adanın Yunanca adı Chios, ‘Hios’ diye telaffuz ediliyor. Yunanca’ya giriş; ‘H’ harfini iyice vurgulamak gerekiyor.. Bu adanın bir özelliği Türkiye’ye en yakın Yunan adalarından biri oluşu. Çeşme’den hergün deniz otobüsü ve feribot seferleri var, yolculuk 30 dakika sürüyor. Kanada pasaportuna vize gerekmiyor. Turla gelen Türk vatandaşlarına da kapıda vize uygulaması olduğu için deniz otobüsleri dolu. Çeşme’den gelip, otobüsle adayı gezip, yemek yiyip denize girdikten sonra akşamüstü dönmek neredeyse Çeşme’den İzmir’e gidip gelmekten daha kolay. Komşuda şimdiye kadar Atina ile birlikte Rodos ve Kos (İstanköy) adalarını görmüştüm, Sakız adası da gerçekten görülüp yaşanması gereken bir yer.
Peki nasıl yaşanabilir bu adanın sundukları? Mimarisi, plajları, yerleşim bölgeleri, sokakları biraz İzmir, biraz eski Bodrum karışımı. Gün ve gece boyunca size eşlik eden ağustos böcekleri korosu en güzel müzik. Diğer taraftan çam, kekik kokuları, kimbilir daha nice ağacın, baharatın kokusuna karışıyor ve ortaya muhteşem bir parfüm çıkıyor. Bu Ege’nin tipik kokusu. Hani İstanbul’dan güneye inerken Balıkesir’i geçtikten sonra başlayan Ege’nin kendine has kokusu vardır ya, işte onun gibi.
Sakız, Ege’nin doğusundaki Yunan adaları arasında büyüklerden biri, yani çabucak gezilip bitirilecek bir yer değil. Dağlık ve ovalık bölgeleri var, nüfusu 50 binin üzerinde. Her tarafını görmek, koylarındaki tertemiz plajları deneyimlemek için en az üç gece kalmak ve araba kiralamak şart. Ayak bastığımızda ilk dikkatimizi çeken şeylerden biri de görüntü ve ses kirliliğinin olmayışı idi.
Liman ve onun hemen arkasında yer alan şehir merkezi tabii adanın kalbi. Alışık olduğumuz üzere limanda sıra sıra lokantalar, kafeler, hediyelik eşya dükkanları İzmir Kordon’u hatırlatıyor. Ama alışık olmadığımız şekilde hiçbir kafe, restoran hatta otel uluslararası zincirlerden değil, örnek için bile bir tane yok. Kahvenizi çok bilinen yeşil logolu kahve zincirinin kağıt bardaklarında değil de, denize karşı küçük masanızda güler yüzlü bir bayanın, delikanlının elinden fincanda içiyorsunuz. Belki bu arada birbirinize ‘nerelerden, kimlerdensin?’ diyerek bir sohbet de başlatıyorsunuz, böylece kahve keyfi insani bir ilişkiyle daha da keyifli hale geliyor. Adada yabancı zincirleri özellikle istemediklerini otelimizin müdüründen öğrendim ve kendilerini tebrik ettim.
Zaten adanın hiçbir yerinde yozlaşma yok, nerdeyse herşey olduğu gibi korunmuş. Kimse adanın güneyiyle kuzeyini beş dakikaya indiren bir otoban yapmayı düşünmemiş… Hiçbir yerleşim bölgesinde çirkin yapılaşma yok. Yollar aynı, hele köy kasaba içindeki yollar daracık. Olur olmaz yerde reklam panoları, gittiğiniz yerlerde kulağınızı tırmalayan müzik yok. Alışveriş merkezi yok, çarşı var. Kaldığımız plajıyla ünlü Karfas bölgesinde zincir oteller değil, oraya özgü oteller ve pansiyonlar (bed & breakfast) vardı. Hatta adanın her tarafında çoğu kişinin bilmediği iyi korunmuş sırlar denebilecek çok şirin konaklama yerleri var. Herşey mütevazı, olduğu gibi ve yeteri kadar.
Kahvelerde en çok tüketilen şey ‘frape’, adanın resmi içeceği olmuş. Bildiğimiz Türk (onlara göre Yunan) kahvesi sütle çalkalanıyor, ortaya üstü köpüklü bir kahve çıkıyor, uzun bardakta yanında mandalina reçeliyle soğuk servis ediliyor. Bütün mandalinayı kabuğuyla, çekirdeğiyle reçel yapmışlar, ısıra ısıra yiyorsunuz, kahveyle birbirini tamamlayan harika bir lezzet ikilisi.
Ada halkı mutlu ve sakin bir yaşam sürüyor. Sabah 10’da açılan bankalar, dükkanlar öğleden sonra 2’de kapanıyor. Yemekler lezzetli ve ucuz. Balık bol, mezeler tam bizim damak tadımıza göre, fiyatları cep yakmıyor.
Yerleşim hem merkezde hem de köylerde. En iyi bilinen iki köyü güneydeki ortaçağ köyleri Mesta ve Pirgi. Bunlara ‘kale köy’ de diyorlar, nedeni özellikle 13. yüzyılda iyice artan korsan saldırılarından kendilerini korumak için evlerin korunaklı bir şekilde inşa edilmiş olması. Evlerin arka cephelerinde pencere yok, hepsi daracık sokaklara açılıyor. Köy büyük bir labirent gibi. İstilacılar köye girmeyi başarsa bile bu sokaklarda iyice bölünüp, kaybolduktan sonra sağ çıkmaları mümkün değil.
Pirgi ve Mesta daracık sokaklı, iki katlı taş evlerden oluşuyor. Köyün merkezi ortadaki kilise ve meydanı. Pirgi, Yunanistan’da başka hiçbir yerde bulunmayan bir mimariye sahip. Evlerin dış cepheleri sıvanın üstüne yapılmış geometrik şekillerle süslenmiş. Sanırım gördüğüm en kendine özgü köylerden birisi ve doğallığından birşey kaybetmemiş. Sırf merkeze 22 km uzaklıktaki bu köyü görmek için bile gidilebilir Sakız Adası’na. Zaten bir köye girdiğiniz zaman sanki eski çağlarda dolaşıyormusunuz gibi hissediyorsunuz. Gene de bu yerleşimler turistler için korunmuş cansız müze sehirler değil. Sakinleriyle, seyyar satıcılarıyla, minicik bakkal dükkanları, kafeleriyle, kilisenin önündeki meydanda oturup etrafı seyreden, tavla oynanan yaşlılarıyla, fotoğraf makinesinden kaçan kadınlarıyla yaşayan yerleşimler bunlar.
Adada Neolitik çağdan beri yerleşim var. Daha yakın zamanlarda ise Bizans, Venedik, Ceneviz ve sonra Osmanlı hakimiyetine giriyor. Osmanlı’da ‘Sakız sancağı’ diye anılıyor. Her çağda adanın merkezi olan kalede yerleşim var, hatta küçük bir Osmanlı mezarlığı da kaleiçinde yer alıyor. Kale duvarlarıyla evlerin duvarları birbirine karışmış. Kalenin orta yerindeki küçük meydanda oturup nefes alabileceğiniz kafeler ve elişleri satan dükkanlar var. Şehir merkezindeki tarihi yapılardan biri de Osmanlı döneminde yapılan Mecidiye Camii, şimdi Bizans Müzesi olarak kullanılıyor. Gezmek istedik fakat onarım nedeniyle kapalıydı.
Tabii Sakız adası, boyu dört metreyi geçmeyen, kıvrım kıvrım gövdesiyle irice bir çalıya ya da küçük bir zeytin ağacına benzeyen sakız ağacının reçinesiyle ünlü. Bu ağaca ait çeşitli efsane var. Bunların en mucizevi olanı erken Hristiyanlık döneminden. Aziz İsidor (Agios İsidoros) adaya geliyor, Romalılar tarafından işkenceyle öldürülüyor, bu olaydan sonra ağaçlardan gözyaşı damlamaya başlıyor. Hasat zamanı ağacın gövdesine atılan çiziklerden damlayan reçinenin bir tek bu adanın güneyinde ticari olarak yeterli miktarda elde edildiği söyleniyor. Sakızlı reçel, uzo, likör ve kozmetik ürünleri adada hediyelik eşya olarak revaçta.
Adalılar neredeyse tarih boyunca refah içinde yaşamışlar, tarım, denizcilik ve ticaret adayı zengin kılmış. 1881’deki büyük depremden sonra nüfus biraz azalmış. Narenciye, zeytin, incir ve sakız ticareti adayı bugün de zenginleştiriyor. Tabii turizm de önemli gelir kaynağı ama turiste cazip görünmek için adanın özgün halini bozmamışlar.. Denizcilik ve deniz ticareti adanın kültürel ve ekonomik açıdan gelişmesinde rol oynamış. Hatta Kristof Kolomb’un Amerika seferinden önce Pirgi’de uzunca bir süre kalıp buradan denizcilikle ilgili bilgiler, haritalar ve tecrübeli denizciler aldığı söyleniyor.
Denize gelince, Ege’nin denizi her zaman olduğu gibi bir numara, her zevke göre plaj var. Örneğin Karfas bölgesi kum plajı ve sığ denizi olan bir yer. Güney uçtaki Mavra Volia volkanik siyah çakıltaşlı, Lilikas küçük çakıltaşlı plajlar. Dalmayı sevdiğim için hemen derinleşen Mavra Volia’nın kayalık denizi benim favorimdi. Meraklısına sörf, yelken, motorlu yamaç paraşütü, tüplü dalış sporları mevcut.
Adanın ortasındaki verimli ovada çağlar boyu narenciye yetiştirilmiş ve buradan dünyaya ihraç edilmiş. Özellikle Venedikliler zamanında bu ticaret çok gelişmiş. Zamanla zenginleşen bu aristokrat tüccar ailelerin narenciye bahçeleri içindeki köşkleri ovanın Kambos bölgesinde yer alıyor. Bunlardan bir tanesi Citrus Museum adıyla halka açık çok hoş bir mekana dönüştürülmüş. Burayı o kadar sevdik ki, iki kez gittik. 100 dönümlük portakal bahçesi içindeki köşkün alt katı çok özenli bir müze, izleyicileri narenciye üretimi, kullanılan aletler, ambalajlama konularında bilgilendiriyor. Bir köşede o bölgenin yaşlılarıyla röportajlardan oluşan bir videoyu izliyorsunuz ve o ailelerin zenginliği, devrin ihtişamını daha iyi anlıyorsunuz. Bir avlusu çok hoş bir kafe, diğer avlusu ise konserlerin, davetlerin yapıldığı açık alan. Kafede ağaçlar altında köşkün kedilerini severken turunç likörüyle birlikte kahvenizi içmeniz müthiş bir keyif. Ayrıca, eğer yolunuz bu adaya düşerse müzenin kendi üretimi lokumlardan, pestillerden, reçellerden almanızı şiddetle tavsiye ederiz.
Kaynakça;
* Uluç Özgüven Arşivi
* nereyekacsak.com
* Luka Mitsi, Yorgia
Chios Sakız Adası’nı Yaşayın
* Citrus Museum
http://www.citrus-chios.gr/
* Byzantine Museum — Lonely Planet
http://www.lonelyplanet.com/greece/chios-town/sights/museums-galleries/byzantine-museum